Obezite Nasıl Önlenir? Obezite Olmamak İçin Nasıl Beslenmeliyiz?
Olmayan Yaşam ve Obezite
Milyarlarca insanın sorunudur şişmanlık. Bir ton ağırlık taşıya bilecek bir araca beş ton yüklemek gibi vücuda yüklenilen fazlalık. Fiziksel ve psikolojik bir sorun. İnsanı daha çocukken akranlardan uzaklaştıran, alay konusu yapan, sportif faaliyetlerden alı koyan, grup dışında bırakan, terleten, hayata küstüren bir durum. Bedenimizin genetik ve çevresel şartlardan dolayı olması gerekenden daha ağır ve hantal olmasına yol açan bir sağlık sorunu. Vücudunun çeşitli bölgelerinde toplanmış yağ öbekleridir. Peki ama hareketlerimizi kısıtlayan, sağlığımızı bozan, yaşam kalitemizi düşüren, psikolojimizi alt üst eden, boğazımıza giren her lokmadan sonra kendimizle savaşmamıza, kendimizi yargılamamıza neden olan bu sorun neden olur. Çözümü nedir?
Sanayi devrimi ve sonrasında gelişen köklü değişiklikler beraberinde insanların beslenme alışkanlıklarını da ciddi düzeyde etkilemiştir. İnsanlar “yaşamak için yemek yerine, yemek için yaşama” düşüncesini hayatlarında uygulamaya başlamışlardır. Tüketim özendirilerek kapital çarkın dişlileri her geçen gün genişletilmiş, çalışma koşulları yeni alışkanlıkları, yeni alışkanlıklar yeni beslenme kültürleri doğurmuştur. Ayak üstü beslenme, öğün arası atıştırma vb.
İletişim araçları yeme içme reklamlarını öne çıkardıkça, insanların göbeği yavaş yavaş öne çıkarak buna eşlik etmeye başlamıştır. Zaten “görece” insan doğasına aykırı olan üç öğün beslenme şekli bile insanlara az gelmeye başlamıştır. Şeker ve asit oranları yüksek içecekler alınan sağlıksız gıdalarla birlikte tüketildikçe, obezite daha da yaygınlaşmış ve gün geçtikçe daha fazla insanı etkileyerek, bu gün Dünya çapında her yıl milyarlarca dolar harcanarak mücadele edilmesi gereken bir sağlık problemine evirilmiştir.
Neden üç öğün beslenme şekli insan doğasına aykırıdır? Diye düşünmüş olabilirsiniz. Ben insanı doğanın bir parçası olarak görüyorum. Her ne kadar kendisini doğanın efendisi olarak görse de insan eko sistemin bir parçası, tabiatın kendisine zıtlaşmış bir paydaşı.
Yabani hayvanları gözlemlemişsinizdir belgesellerde. Bir aslan, kaplan ya da başka yırtıcılara dikkat ettiyseniz, sadece acıktıklarında avlanıp beslenirler. Oysaki insan acıksın ya da acıkmasın kendisine dayatılmış bir alışkanlık olan sabah, öğle, akşam beslenme şekline göre hareket eder.
Bedensel emeğe dayalı işlerin yerini masa başı işlerin alması, tarım ve sanayide makineleşmenin hız kazanmasıyla insanın harcadığı enerji miktarının azalması ile birlikte öğünsel yemek sistemi insan sağlığı üzerinde ciddi bir tehdit haline gelmeye başlamıştır. Vücudumuzu bir araç lastiğine benzetirsek eğer, havası inmeyen lastiğe hava basmayla aynı anlama geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir, acıkmadan tüketmenin. Harcanmayan kalorilere yenilerini ekledikçe ekliyoruz doğal olmayan alışkanlıklarımız sayesinde.
Sonuç itibari ile kilo alıyoruz. Sonra vermek için çırpınıyoruz. Salonlara, diyetisyenlere gidiyoruz. Midelerimizi ameliyat ettiriyoruz. Ama doğal olmayan alışkanlığımızda ısrarcı davranıyoruz. Her öğün tüketiyoruz, tüketiyoruz… Kilolarımız hayatımızı karartıyor bazen, öz güvenimize mermi olarak düşüyor. Arkadaşlarımızı, sevgililerimizi, aktivitelerimizi belirlerken kilolarımız önümüze çıkıyor.
Kilolarımızın üzerimizdeki kara hegemonyasından vücudumuzun sesine, çağrısına kulak vererek, onu acıktım dediği zaman doyurarak kurtula biliriz diye düşünüyor, hepinize sağlıklı günler diliyorum.